16 Ağu 2009

VENEZUELA: “ÇÜNKÜ HERŞEY DEĞİŞECEK”



Bir kağıda, daha önce ayak basmadığınız ve ilk elden aklınıza gelen ülkelerin adlarını yazın. Sonra her bir ülkenin sizdeki çağrışımlarını, adların karşısına ekleyin. Eklediğiniz kelimeler umutlarınızın ve beklentilerinizin aynası olacaktır. Çünkü biliriz ki bellek, geleceğe bakar.

Venezuela yolunda otobüste, “ülkeler/umutlar” adını koyduğum bu oyunu oynamıştım. Venezuela’nın adının karşısında, Chavez’in kızıl gömleği, Güzellik kraliçesi ve sınır kelimeleri yazılı duruyordu. Son kelimenin altında ise kalın bir çizgi bulunuyordu. Colombia ile yaşanan siyasi kriz neticesinde sınır kapılarının karşılıklı olarak kapatılması medyada ilk haberdi, ve kapalı kapıdan geçememek olasılığı işgal ediyordu zihnimi. Son kelime bu nedenleydi. Yıkılan sosyalizmi kitaplarda okumuştum ben. Yeniden inşa edilmekte olan yeni bir sosyalizmi kısa süreliğine de olsa görebilmek, yaşayabilmek imkanı ise sınırın diğer tarafındaydı. Ve kalın çizgi bu nedenleydi. Öyle ya, sosyalizmin ölüm ilanının üstünden çok zaman geçmemişken ülkesinin sosyalizmde hayat bulacagını ilan etmişti Chavez. Bu yönüyle global politikaları değişime zorlayan yeni bir sınırdı venezuela.Böylece sınır halindeki ülke ile sınır halindeki insan buluştuk sınırda. Açtı kapılarını misafirine, bilinmeyen ülke.

Her umut ve beklenti kendi arayışını da beraberinde getiriyor. Otobüsümüzün geçtiği kasabalarda gözlerim, ancak filmlerde görebileceğim sokakların içinde, duvarlardaki yazılara odaklanıyor: “Vote si- vote no” (evete oy ver - hayıra oy ver) Referandumu kaybetmişti Chavez, ancak duvarlar, kasabaların rengini izaha devam ediyordu. Yine de sokakların sinematik görünümlerinin, algılarımın seçiciliğinde silikleşmemesini yeğlerdim. Sıcaktan mayışmış sıska köpeklerin sokak köşelerinde uyukladığı, kapı önelerinde insanların kaldırım serinliğini sandalyeye tercih ettiği ve loş bir ışıkla aydınlatılan barlarda bir elde istaka diğerinde bira, bilardo toplarının etrafında dönen dans sahneleri başka nerede görülebilir ki? Venezuela kasabalarının akşamları, beklenti arayışlarının esiri olmamayı gerektiriyor.

Zaten esaret, arayış ile de başlamıyor. Beklentiye düşüldüğü an, gözün köreldiği andır. Hele ki bilinmeyeni keşfetme düşü içindeyseniz, beklentileriniz felaketiniz olacaktır. Umutları ve arayışları belleğin geçici deposunda bırakıp, herşeyi herşeyiyle görebilmek adına yollara düşebilendir kaşif. Eğer bunu anlamakta gecikseydim nasıl varabilirdim Los Llanos’un büyüleyici dünyasına?

Los Llanos, Merida şehri yakınlarında bir doğal park. Venezuela’nın yaban hayatının konağı büyüleyici bir coğrafya. Bir kıyısında And dağlarının son uzantıları, diğer kıyısında uçsuz bucaksız savanalar ve ülkenin en büyük nehri Orinoco’yu besleyen nehirler bulunuyor. Burada anaconda, capibara, karıncayiyen, kayman ve pirana gibi kıtaya özgü canlıları kendi yaşam alanları içinde görmek mümkün. Nehirlerdeki yolculuğunuza sayısız su kuşu ve nehir yunusları eşlik ediyor. Refakatçileriniz olan bu hayvanların sundukları güzelliklerin seyrinde iken, insanın doğal hayata saygı potasının neresinde olduğunu sorgulamadan edemezsiniz.
Los Llanos’da rehberimiz Stephan pirana avından önce soruyor? “yakaladıklarımızı geri mi bırakalım, akşam yemeği menüsüne mi alalım?” “Yenir mi ki?” sorusuyla karşılık veriyoruz. Yendiğini ve etinin çok leziz olduğunu söylüyor bize. Latin Amerika yolculuğum boyunca tattığım en güzel yemeğin hikayesi böyle gelişiyor.

Tarihin sayısız anekdotu sayısız kez ispatlamıştır beklendiği sürece umudun gelmeyeceğini. Umutlarını ve beklentilerini bulma arayışındakileri değil, onlara yürüme çabasını gösterenleri yazar tarih . Ve onlar, çabaları nedeniyle hayatlarının ve değişim süreçlerinin nesnesi değil öznesi oldukları için kitaplarda yer tutarlar. Dünyanın her yerindedirler. Bugünlerde Venezuela’da Caracas’da...

Merida, romantik dokusu, güneşi,sierra nevada’nın ve Los Llanos’un sıcak renkleriyle, ne kadar ununu elemiş eleğini asmış insanların kenti havasındaysa, Caracas bir o kadar tersi görünümdedir. Merida’da yavaş akan zaman, Caracas’da yetişilmeyen zamana dönüşür. Bir tatafta çabalar huzur denizinin derinliklerinde saklıdır. Bu haliyle akdenizin kıyı kasabalarını hatırlatır. Diğer tarafta ise umutlara yürüme çabaları kesişir, çarpışır ve kaotik bir ritim yaratır... Latin Amerika’da bir benzeri daha yoktur Caracas’ın.

Şehir metrosunda üç ana hattın birleştiği merkezde, yukarıdan durağa bakıyorum. Tramvay yanaşıyor durağa. Kapılar açılıyor ve binlerce insan iniyor. Yerlerine yeni binler biniyor. İnenler bir fabrikanın üretim bandından akan materyaller misali aynı ritim, aynı rutinle merdivenlere yöneliyorlar. Durağın boşalmasına fırsat vermiyor yeni gelenler. İstanbul metrosu aklıma geliyor. Eğer çok katlı olsaydı katlardan görünecek manzara da böyle mi olurdu? makineleşmiş bir yaşamı en iyi metro duraklarının anlatabileceğini düşünüyorum.

Gökdelenlerin sıralandığı caddeler de farksız. Gökdelenlerin zirvesinde dev finans tekellerinin reklam afişleri, eteklerinde kızıl bayraklar dolu. Meydanlarda PSUV ve diğer sosyalist partiler yardım kampanyaları ve şenlikler organize ediyorlar. Yanıbaşlarında ise kalabalığı fırsat bilen din misyonerleri “haleluya” şarkısını söylüyorlar. Fabrikaların kamulaştırılmaları kamulaştırılmamış fabrikalardaki üretimle içiçe sürüyor. Mahallelerde her ulustan sosyalistler gecekondu duvarlarına Bolivar resimleri çizerken, hastahanelerde kübalı doktorlara avrupadan gönüllü tıp öğrencileri eşlik ederken, İspanya iç savaşının uluslararası tugaylarına benziyorlar. Ve evsizler, hayat kadınları ile gecenin sessizliğini paylaşmaya devam ediyorlar. Chavez’den bu yana caracas’da değişim ve değişime direnç rüzgarları çok sert esiyor. Umudu bekleyenlerle umuda yürüme çabasını bayrak edinenlerin savaşı bu.

Belki Ciudad Bolivar’da da görebilirdim benzer sahneleri, Santa Cristo haftasına rastlamasaydım eğer. Neticede Simon Bolivar’ın büyük federasyonun başkanı seçildiği şehirdi. Adını buradan alıyordu. Ancak bulduğum şey durgun akan Rio Orinoco’dan ötesi olmadı. Çünkü bu hafta boyunca evler dahil her yer kapalı. Ölüm sessizliğine bürünen şehir, sadece akşam karanlığıyla birlikte başlayan tiyatro ve şenlikleri izlemeye uyanıyor.

Kaldığım otelin terasındayım. Kıtadaki türdeşlerinin en uzunu olan (712 mt) Angastura köprüsünün günbatımı kızıllığı altındaki halini izliyorum. Ülkeler/umutlar oyunumun kelimeleri bir fotoğrafta yeniden yazılıyor. “Bir bayrak gibi” diyorum. Kızıl bir gömlek gök; güzel bir kadın nehir; ve geçilen sınır köprü.

Başlanmışsa bir kez yürünmeye, yani insan kendi hayatının öznesi olmaya atmışsa adımını özgürlüğüne de atmıştır adımını. Yürüyüşünün onu nereye götüreceği çok önemli değildir. Yürümektir önemlisi. Ve bilecektir; hiçbirşey eskisi gibi olmayacak, bütün sonlar ve sonuçlar yeni sonuçlar için milat olmaktan öteye anlam taşımayacaktır.

Nihayet Brezilya sınırındaki Santa elena de Uarien şehrine varıyorum. Onsekizbin nüfuslu, kasabadan bozma küçücük bir şehir Uarien. Şehrin ilgi çekici fazla özelliği yok ama dünyanın en büyük şelalesi “angel” bu şehrin yakınlarında. Gran sabana ve Roraima dağı da keza öyle. Oralara gidebilmek Uarien’den geçmeyi gerektiriyor. Bu da şehir ekonomosini tamamen turizme tabi kılıyor. Toplumsal yaşamın değişmesini ne denli istiyorsam bu bölgelerin el değmemiş doğallıkları içinde değişmeden kalmasını da o denli arzuluyor yüreğim. Tek başıma gücümün yetmeyeceği bir çaba bu. -Ki çabasında yalnız mıdır insan?- Yine de kelimelerim Roraima’daki rezervasyonlarda yaşayan yerli kabilelerinin günümüz insanının insana yabancılaşmasına kanıt oluşunu anlatmaktan vazgeçmeyecek.

Brezilya geçişi yapmak üzere bindiğim taksi askerlerce durduruluyor. Sınırdan Merida’ya, Merida’dan Caracas’a defalarca durdurulmuştum. Kah kimlik kontrolü kah çanta aramalarıydı. Pasaportum bir kez daha inceleniyor. Ve bir kez daha geçişime izin veriliyor. Taksi şöförüne soruyorum neden askerlerin tüm yollarda kontroller yaptıklarını. “Güvenlik ve uyuşturucu kaçakçılarını yakalamak için” diyor. “Bir daha geldiğinde bu da düzelmiş olur. Çünkü herşey değişiyor ve daha da değişecek.”



Ergün Şimşek
Radikal Gazetesi/2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder